İçinde bulunduğumuz Pandemi dönemi kaynaklı taşıdığımız psikolojik hal ruhsal dengemizi sağlıklı tutabilmemiz için ayrı bir efor ihtiyacına neden oluyor. İşimiz vasıtasıyla elde ettiğimiz sosyalleşme olanağımız olmasa gerçekten çok sıkıcı günler yaşamaktayız. Bu anlamda içinde bulunduğumuz endüstri hayatının içindeki insanların ayrı ayrı ve birlikteki etkileşiminden oluşan psikolojiye “Endüstriyel Psikoloji” deniyor ki bu kavramı ilk defa sevgili Hocam Prof. Dr. Sn. Acar Baltaş’tan duymuştum. Endüstriyel Psikoloji; gerçek kişilerin iş hayatı içindeki davranış ve tutumlarına ve bunun işe olan etkilerine odaklanan, esasen hepimizin asgari bilgi seviyesinde olmamız gereken bir tanımlama olsa gerek.
Endüstriyel Psikoloji anlamında Türkiye’nin en önde gelen uzmanlarından biri olan Acar Hocamı ilk defa 1999 yılında İzmir’ de Kalder tarafından düzenlenen bir “Mükemmelliği Arayış Sempozyumunda” tanıma ve dinleme fırsatı bulmuştum. O yıllardan bugüne kendisini sürekli takip ettiğim gibi onunla çalışma ve eğitimler alma şansını da buldum. Hocamın aynı zamanda “arif “ve “zarif” kişiliği ile ürettiği pek çok eserinin dışında eminim benim gibi kendisini tanıyan pek çok insanın hayatında da düşünceleri ile iz bırakmışlığı vardır. İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde hayat ile ilgili sorgulamalarımızı arttırdığımız bir dönemden geçmekteyiz. Pek çok şeyin içerik ve işleyişinin değişeceği ve adına “Yeni Normal” denilen bu süreçte bırakın iş hayatını belki de hayat görüşümüz bile asla eskisi gibi olmayacak. Bununla birlikte bu yeni normal dönem bu açıdan iç yolculuklarımızı arttırdığımız, hayatın anlamını ve hakkını gerçekten verip veremediğimizi sorgulamaya başladığımız iyi bir fırsatı da bize sunmuş oldu. Tam da bugünlerde Hocamın yeni kitabı, yeni eseri çıktı “Hayatın Hakkını Vermek”.
Hocamın bu kitabından alıntılar yaparak Hayatın Hakkını vermek ve Mutlulukla ilgili Hocamın düşünceleri ışığında Sizinle de paylaşmak istedim.
“Hakkı verilmiş hayat” nasıl olur?” sorusuna Acar Hocam şöyle cevap veriyor;
“Bu cevap hiç şüphesiz hepimize göre değişir. Önemli olan hayat sofrasından karnı tok kalkabilmektir. Örneğin sevdikleri konusunda yanılmamak, insanlarla bağ kurarak derin ilişkilere dayanan dostlara sahip olmak.. Daha çok şey sayılabilir. Ancak bir matematikçinin, Batı gazetelerinin haftada bir yayınladığı ölüm haberi (obituaries) sayfalarıyla ilgili yaptığı bir çalışma var.
Araştırmacı toplumun tanıdığı ve hayatlarının bazen tam sayfayı kaplayan hikayelerinin ve bunun yanı sıra hiç kimsenin tanımadığı insanların da yer aldığı bu haberleri incelemiş. Tanınmayan insanların dört beş satırla özetlenen bu hayat hikayelerinde en çok geçen kelime “yardım etti” (helped) kelimesi. Biliyorsunuz eski Mısır inanışına göre insanlar iki kere ölür. Biri bedenen, diğeri ruhen. Ruhun ölümü de, adlarının en son anılmasıyla gerçekleşir.
Bu açıdan bakarsak ölümden sonra yaşamak için kendimizden daha az şanslı insanların hayatlarına dokunmak, hakkı verilmiş bir hayat için iyi bir ölçü olabilir. Bu durumda Aziz Nesin Usta haklı çıkıyor. İnsanlar da şarkılar gibidir. Şarkılar var, yüzyılları dolanır, şarkılar var, söylendiği yerde kalır.
Ölüm döşeğindeki hastalarla son günlerini geçiren Avustralyalı hemşirenin (“Bronnie Ware”) kitabında beş pişmanlık tanımı var. Bu pişmanlıklar; “sevdikleriyle yeterince vakit geçirmemiş olmak veya başkalarının ne diyeceklerini fazla önemsemekle” ilgili ancak hiç kimse “daha çok para kazansaydım” dememiş. Para, haz ve güç peşinde koşarak geçen hayatların sonu hüzünlü oluyor. Çünkü haz ve güçten geriye, boşluktan başka bir şey kalmıyor. Para da geride kalanların birbirine düşmesine neden oluyor.
Maalesef çağın gereksinimleri olağanüstü hızlı yaşamayı öncelik haline getirmemize neden oldu. Hepimiz sıkıntısız ve zorlukla karşılaşmadan yaşamak istiyoruz. Herkes başarılı olmak istiyor ancak çok az kişi bunun bedelini ödemek istiyor. Tek ve biricik olduğuna inandırılarak büyütülen çocuklar, yetişkinliklerinde nedeni belli olmaksızın her şeye hakları olduğuna inanıyorlar. Gençlerin büyükçe bir bölümü kendilerine bilgi ve beceri kazandırmayan üniversite diplomalarının onlara hayattaki bütün kapıları açması gerektiğine inanıyor. Birçok genç mezun olduktan sonra iş aramaya başlıyor. Oysa hayat başarısını, diploma alana kadar biriktirilenler belirliyor. Bir başka ifadeyle “gelecek geçmişe ipotekli”.
Amerika’da 1920’li yıllarda başlayan Terman araştırması da bu durumu teyit ediyor. Bu araştırmanın önemi 1921 yılında 11 yaşında 1528 çocuğun hayat boyu izlenmesidir. Stanford Üniversitesinin sağladığı fonla psikolojide ilk zeka testini yapan Lewis Terman’ın amacı üç aşamadan geçirdiği ve zeka puanı 135 üzerinde olan çocukların hayat başarısını göstermekti. Böylece zekanın hayat başarısı üzerindeki etkisini kanıtlamak istedi. Çocukların evlerindeki kitap sayısı, kaç yakın arkadaşları olduğu, aile dinamiklerine kadar, son derece ayrıntılı kayıtlar tutuldu. Terman “Dehaların Genetik Analizi” üzerine üç kitap yazdı. Ancak bu çocukların hiçbiri onun başlangıçta umduğu gibi ülkeyi yöneten, çok para kazanan, önemli buluşlara imza atan, büyük çaplı iş kuran, Nobel ödülü alan kişiler olmadı. Büyük çoğunluğu orta sınıf, beyaz yakalı, meslek sahibi insanlar oldu. Araştırma grubunda hayatlarının başında deha düzeyinde zekaya sahip oldukları halde vatmanlık, apartman kapıcılığı yapanlar bile çıktı. Bu guruba seçilmek bir ayrıcalık olduğu için çocuklar kendilerine önce “Terman’ın Termitleri” sonra da “Termitler” adını verdiler ve yaşadıkları süre içinde araştırmaya katkıda bulunmayı sürdürdüler. Terman 1956 yılında 80 yaşında öldükten sonra da araştırma ekibi çalışmayı sürdürdü. Daha sonra Üniversite arşivine kaldırılan araştırma bulguları bir halk sağlığı ekibi tarafından bulundu. Ben bu araştırmanın bulgularını, modern araştırmalarla birleştirerek okuyucunun değerlendirmesine sundum.”
Zeka fazlalığı tek başına bir insanı en başarılı yapmadığı gibi başarının getirdiği karşılık veya ödül olan para da tek başına insanı mutlu kılmıyor. Mutlu insanlar mutluluğun çok arzulanan bir amaca ulaşmak olmayıp bir yolculuk olduğunu bilir ve bunu gerçekleştirmek için hayatlarının farklı alanlarında çaba harcarlar. Hayatın hakkını vermek mutlu insan özelliklerini taşımakla ölçülür. Aşağıda hayatından memnun ve bu memnuniyeti çevresine yayan insanların sahip olduğu özellikleri Acar Hocam kitabında şu başlıklarda sunmuş:
İlişkiler: Kalbini açabileceği bir veya iki yakın arkadaşı olanların daha mutlu olduğu bilinir. Paylaşmak, paylaşabilmek her insanın ihtiyaç duyduğu mutluluk getiren bir duygudur.
Yardımseverlik, Kibarlık ve Nezaket: Başkalarına yardım etme alışkanlığı olan ve gönüllü çalışmalara katılan insanlar daha mutludurlar. Dünyadan aldığımız karşılık dünyaya verdiğimize bağlıdır. Çevresiyle kibar ve nazik ilişki kuranlar da doğal olarak benzer şekilde karşılık alırlar.
Beden Sağlığını Korumak ve Geliştirmek: Beden sağlığı ile Akıl ve Ruh sağlığı arasında direkt bir ilişki vardır. Fizik egzersiz, sağlıklı beslenme, uyku kalitesi mutluluk halini destekler.
Akış Hali: Kişinin yeteneklerine ve becerilerine uygun ancak sınırlarını zorlayan bir amaca ulaşma meşguliyeti içinde yaşadığı keyif verici duruma “akış hali” denir. Kişiyi bir ölçüde zamandan ve mekandan kopartan, iş veya uğraşı olumlu duygu durumunu oluşturur, performansı yükseltir, uzun dönemli ve anlamlı amaçlara ulaşmayı mümkün kılar. İşini yaparken akış halinde olan kişi sonuçta elde edeceği maddi yarardan çok işi yaparken aldığı keyfe odaklanır ve mutlu olur.
Ruhsal ve Manevi Bağlar: Maneviyat kişinin hayata kendini aşan bir amaca hizmet etme anlayışı ile yaklaşmasıdır. Yaşamda manevi ve dini ritüellere yer vermek ve anlam duygusu olan bir hayatı yaşamak daha derin bir mutluluk duygusu hissetmemizi sağlar.
Güçlü Yönlerine Odaklanmak: Başarılı olan insanların önemli özelliklerinin başında enerjilerini güçlü oldukları yöne odaklamaları gelir. Bu durum akış halini tetikler ve akış hali de insanları mutlu kılar. Bununla birlikte her şeyin bu kadar hızlı değiştiği günümüzde, yeniliğe ve gelişime açık olmak ve yeni dünyanın beklediği yeni becerileri kazanmak kaçınılmazdır.
Olumlu Tutum: Hayatın içerisinde ihtiyatsız iyimserlik haline geçmeden, ihtiyatlı ve olumlu düşüncelerle tutum geliştirmek insanı çok daha güçlü ve mutlu kılar.
Sahip Olduklarının Farkında Olmak: Genellikle insanlar kendileri için en değerli olan şeyleri, kaybettikleri veya kaybetme ihtimali ortaya çıkan zaman fark eder. Dolayısı ile sahip olunan her şeyin yeterince farkında olup şükretme hali insanı mutlu kılar.
Acar Hocam’a katılmamak mümkün değil. Bence de hayatın hakkını vermek gerçekten mutlu ve sağlıklı bir yaşamı sürdürülebilir kılabilmekle mümkündür. Mutsuz anlar da mutlu anların değerini bilebilmemiz için Bize bahşedilmiş adına hayat denen bu mucize her bir insan için geride bıraktığı “yaşam izi” kadar kıymetlidir. Bir gün hepimiz unutulup gideceksek bu hayattaki yaşam izimiz akış halinde kaldığımız anlar kadar, deneyimlerimiz ve denediklerimiz kadar vardır ve o iz kadar olabilmişizdir.
Sevdiğim Sözler
“Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim. Kalp durur. Akıl unutur. Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur. “
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Comments